Bazen bu konuda en deneyimlilerimizin bile gözünden kaçabilen ama seyahatin keyfine maddi manevi gölge düşüren bir kaç önemli noktayı hatırlatmayı gezi elciniz olarak siz sevgili gezi severlere boynumun bir borcu bilirim.
Bunlar benim de eskiden yaptığım ve çevremde de gördüğüm en sık yapılan seyahat hataları.
1- Son dakikada biletler ucuz olur o zaman alırım” durumundan kaçının.
Yani bu ne zaman doğru oldu, nerden geldi bu kavram bilmiyorum ama belli bir destinasyona gitmek için bilet almaya çalıştığınızı varsayarsak bilet almayı geciktirdikçe biletin fiyatının artma ihtimali çok çok daha yüksek. En hesaplı biletler seyahatinizden bir kaç ay önce alınanlardır, hele ki yurt dışı uçuşu planlıyorsanız. Genelleme yapacak olursak seyahat tarihiniz yaklaştıkça bilet fiyatları artacaktır. Hatta bu konuda çeşitli araştırmalar genelde 34 gün 49 gün öncesi gibi rakamlar hatta 6 ay gibi uzun süreler telaffuz etse de açıkçası bu gideceğiniz yer, tarih, özel durumlar vs göre değiştiği için bence genelleme olarak bile kullanılabilir rakamlar değil. Tek gerçek son dakika ucuz bilet denk getirme ihtimalinin son dakika kazık fiyata bilet alma durumunda kalma ihtimaline göre çok daha düşük olduğu. Üstelik hadi çok şanslısınız ve denk geldi, denk gelen bilet tercih etmek istemeyeceğiniz bir saatte, belki hiç duymadığınız bir hava yolu ile bavul kilo kısıtı olan ve işinize gelmeyen diğer hava alanına iniyor olabilir. Yani bilet koşullarını da unutmayın. Ben şahsen günü yaklaştıkça ucuzlayan bilet görmedim, gördüğüm ucuz sayılabilecek biletlerin hepsi hava yollarının yaptıkları erken promosyon satışları. Bu yöntem olsa olsa, bir gün benim de yapmayı hayal ettiğim, havaalanına gidip bilet ofisine gayet havalı bir şekilde yaklaşıp “tek yön bilet lütfen” cümlesi ile başlatacağım bir konuşmanın, muhtemelen gelecek olan nereye sorusuna cevaben “yani en ucuz neresi var acaba sizde” şeklindeki devamında işe yarayabilir sanıyorum 🙂
2-Uçuşun toplam maliyeti
Hava yollarının artmasının biz yolculara alternatif sağladığı ve kendi aralarındaki rekabetin bize yaradığı doğrudur. Ama eskiden uçuşunuzun varsayılan kabul edilen bazı özelliklerin hava yolu bazında çeşitli fiyat politikaları ile artık farklılaşmış olması ile biletinizi alırken dikkat etmeniz gereken bir başlık oluyor. Benim de bir kaç kere başıma geldikten sonra özellikle dikkat etmeye başladığım “uçuşun tam maliyeti” konusu. Bunu örnekle daha iyi anlatabilirim; misal eskiden uçuşunuza yurt içi ve yurt dışı olmasına göre değişen şekilde ama genel olarak 15-20 kg gibi bir bavul hakkınızın olması zaten direk olan bir özellikti. Ancak özellikle yurt dışı biletlerinizde, hele biletin fiyatı fazlasıyla uygunsa izin verilen bavul kilogramını kontrol etmeyi unutmayın. Çünkü bu artık hava yollarının biletin fiyatını ucuz tutup ek hizmet gibi konumladıkları temel başlıklardan biri. Uçuş içi yemeklerden, koltuk seçmeye kadar eskiden zaten otomatik olarak fiyata dahil kabul edilen bir çok şey artık hava yolu bazında ek ücrete tabi ekstralar olabiliyor. Vergilerden bahsetmiyorum bile. O yüzden uçuşunuzun toplam maliyetini gözden kaçırmayın, kontrol edilmeyen bir bavul izin verilen kilosu benim başıma geldiği üzere ucuza aldığınız biletin farkını kapatacak düzeyde olabilir! Buna birden çok havaalanı olan bir şehrin size daha ters olan havaalanına daha ucuza gitmek vs gibi de detaylandırabiliriz ama en azından toplam bilet fiyatı ve ona dahil edilen hizmetleri kontrol etmeyi unutmayın.
3- Bağlantılı uçuş planlarken fazla iyimser davranma ve biletleri ayrı ayrı alma. Valla bu yapabileceğiniz yanlışların aslında en başında geliyor.
Bağlantılı uçuş alıyorsanız ilk dikkat etmeniz gereken biletleri tek rezervasyon içerisinde birlikte almanız. Çünkü ayrı rezervasyonlar ile alırsanız ve yetişemezseniz hava yollarının hiç bir yükümlülüğü olmuyor. (Farklı şirketler olsa bile aynı rezervasyonda alınmalı, bu durumda hava yollarının kendi sitelerini değil aracı rezervasyon siteleri üzerinden işlem yapın). Ancak aynı rezervasyon içerisinde alırsanız size bir sonraki/en uygun uçağa bindirmek vs ile yükümlü oluyorlar. Bir de aynı rezervasyon içinde alırken de bağlantılar arasında 1 saatten az varsa yetişme olasılığınızı bir tekrar gözden geçirin. Sonuçta havaalanı yoğunlukları, bekleme kuyrukları, büyük terminallerde bir yerden diğerine gitmek vs bunların hepsi sizde stres yapacak. Boşu boşuna yakalama ihtimalinizin kaçırma ihtimalinizden yüksek olduğu bağlantı uçuşları planlamayın.
4-Gereğinden fazla bavul alma.
En iyi bavul en hafif olandır. Bavul hazırlama konusunda yaralanabileceğiniz gerçekten bir dolu kaynak var. Ama gerçekten terminal ile otel arası değil mi canım demeyin, büyük bavul, ağır bavul başa bela. Hele her seferinde götürdüklerinizin çoğuna bunu hiç almasaymışım diyorsanız bir sonraki bavulunuzda bunu hatırlayın!
5-Seyahatinize çok yoğun bir program yapma.
Evet biliyorum bazen sadece bir kaç gün gibi kısa sürelerde bir şehri gezmek gerekiyor. Gitmişken herşeyini göreyim, her yapılması gerekeni yapalım istiyoruz. Ancak seyahatin bir parçasının da gezmekten keyif alma, gittiğiniz yerlerin verdiği hissi farketme olduğunu unutmamak gerek. Durup bir yerde bir kahve keyfi yapma ya da bunu uzatmaya imkan vermeyen bir plan görmeye çalıştığınız şehri gerçekten görmenize engel olabilir! Zamanınız çok kısıtlıysa mutlaka olmazsa olmaz bir kaç yeri belirleyip kendinize esneklik tanıyın. Şöyle düşünün o kadar tadı damağınızda kalırsa geri gelmenin bir yolu bulunur 😉
tavsiye
Malum İtalya denilince akla ilk gelen şeylerden birisi de İtalyan mutfağı.
O yüzden herhangi bir İtalya seyahat yazısında gezinizde uğramak isteyeceğiniz ya da kaçınmak isteyeceğiniz mekanlardan/yemeklerden bahsetmeden olmaz.
Ben genelde gideceğim yerlere dair önden biraz internetten araştırma yapıp üstüne daha önce giden arkadaşlardan tavsiyeler ve en son orada trip advisor’ın offline önerilerinden yararlanarak seyahatimde gideceğim yerlere dair seçim yapıyorum. Tabii bazen bunların hiç biri olmadan gözüme o sırada hoş gözüken ya da yorgunluktan seçim yapamadan oturduğum zamanlar da az değil.
Benim kendi İtalya seyahatimde uğrama fırsatı bulduğum restoran ve cafelerden izlenimlerimi ise aşağıdaki gibi derledim. Gitmeden internet üzerinden bu yerlerle ilgili son yorumlara bakmanızda yarar var, kalite iyi ya da kötü her zaman aynı kalmayabiliyor.
İtalya’nın yemek kültüründen hızlıca bahsedersek kahvaltı onlar için ayakta hızlı bir kahve ve yanına bir crossaint ile halledilen bir öğün. Bizim gibi oturup panini ve çay yapanları da gördük mü evet ama genelleme ilki yönünde. Kahveyi zaten ayakta içmeleri beni benden alıyor. Siz oturmuş bir cafede kahvaltı, yemek vs yerken İtalyanlar geliyorlar oturmayıp kasanın yanındaki bar gibi alanda bir expresso içip gidiyorlar. Zaten çoğu cafede oturduğunuzda ödediğiniz ücret ile ayakta yeme-içmeden daha pahalı oluyor. Ama yoldan geçerken durup girip, bir kahve patlatıp devam eden İtalyan çok gördüm!
Öğlen yemeklerini es geçiyorlar ya da bir dilim pizza ya da paninilerle geçiştiriyorlarmış gibi gözlemledim. Ama akşam yemekleri denilince işte o lezzetli İtalyan mutfağı ortaya çıkıyor, geç yiyorlar ve uzun süre masada kalıyorlar.
Ben beğendiğim mekanlar kadar çok beğenmediğim ya da sevmediğim yerleri de yazıyorum, denk gelirseniz aklınızda kalmış olursa siz kaçınmış olursunuz diye umuyorum 🙂 Liste şehir bazında en sevdiğim yerden meeh, belki civardaysanız kıvamına doğru gidiyor, buna göre kullanırsınız 😉
Roma
İşte Roma’daki favorim Cantina e Cucina. Burası Via del Governo Vecchio diye geçen ve sağlı sollu güzel restoranların, cafelerin, barların bulunduğu bir sokaktaki mekanlardan biri. Açıkçası buradaki diğer yerlerde belli bir standardın üstünde güzel yerler gibi duruyor. Biz o sokaktan bir kaç kez geçip en son gözümüze takılan yerlerden masa bulduğumuza oturduk ve buraya geldik. Garsonlar çok ilgili ve güler yüzlüydü, dekor güzeldi ve fiyat performans olarak mekan çok iyiydi. Ev şarapları güzeldi ve yanımdakiler Roma’da yedikleri en güzel pizzanın buradaki olduğunu iddia ettiler! Çok çeşitli pizzaları var ve üstelik bize hem de iki kez ücretsiz shot ikram ettiler. Bizim için gayet keyifli bir akşam yemeği oldu.
Bu arada yine aynı caddede güya Roma’daki en iyi dondurmacılardan birinin yeri var, ben zaten açıkçası burayı ararken bu caddeyi buldum. Ama ne yalan söyleyeyim bana çok da güzel gelmedi, Roma’da herhangi bir yerde daha güzel dondurma yeme olasılığınız yüksek. Yine de hazır o caddedeyken bahsetmiş olayım, La Gelateria Frigidarium. Sadece kurabiyeli dondurmasının üstüne kurabiye koyup vermeleri biraz gözü doyuruyor ama bence ortalama bir tat. Gerçi ortalama Roma dondurmasının da normal üstü olduğunu hatırlatalım.
Bir akşamda çok abartıya kaçmadan biraz ortanın üstü bir yerde yemek yiyelim, şöyle şarap çeşitleri sayfalar dolusu olsun göz doldursun diyorsanız gidebileceğiniz yerlerden birisi Matricianella.
Zaten şarap menüsünün yemek menüsünden ayrı ve daha kalın gelmesi ve içeride oturanların hali tavrı bile buranın bir tık ortalama üstü mekan olduğunu hemen anlamanızı sağlıyor. Ama yer bulmada sorun yaşamamak için rezervasyon ya da erken gitmeyi deneyebilirsiniz. Klasik makarna ve ana yemek çeşitleri sunuyorlar. Yemekler lezzetliydi, ama fiyatları haliyle restoranın kendisi gibi bir tık yukarıda. Yine de uygun ölçülerde özellikle Penne Arabiata ya da karabiber ve peynirli Spagetti gibi klasikleri uygun fiyatlı bulabiliyorsunuz. Benim burada en çok hoşuma giden şey şarap menüsünde çok fazla yerel bölgelerin şarap çeşitleri olmasıydı. Sözde şarap sever ve güya iyi kötü seçebilen ben bile çoğu bölgeyi ve şarabı bilmiyordum. Ama tabii ki böyle bir yerin garsonu da bizi doğru şaraba yönlendirmekte yardımcı oldu ve 16 euroya tam bizim nasıl bir şarap olsun sorusuna cevap verdiğimiz gibi içimi kolay, tatlı olmayan ve genç olmayan bir şarap getirdi. Sonradan okuduğuma göre burası Vedat Milor’un da uğradığı yerlerden biriymiş.
Sıradaki cafe ise tamamen tesadüf eseri keşfettiğimiz, çok da hoşumuza giden küçük şirin bir yer. Adı da zaten Café Café. Kolezyum’dan çıktıktan sonra yağmur bastırınca alel acele bir yerlere girelim dedik. Çok uzaklaşmadığımızdan bulduğumuz yer ara bir sokak olmasına rağmen turist tuzağıdır diye düşünürken bu şirin cafeyi bulduk. İçerisi çok samimi ve rahat bir ortam, size direk saatlerce oturabilirsiniz hissi veriyor. Çay çeşitleri oldukça fazla, özellikle küçük bir mola için ideal.
Hosteria La Vacca M’briaca, burası önünden geçerken oldukça yerel, sıcak ve davetkar gözüktüğünden bir akşam da burada yiyelim dedik. İlk denememizde dışarıda ya da ilk katında yer olmadığından, ki biz Kasım ayı gibi alakasız turist sezonunda gitmiştik, bir başka akşam erken giderek yer bulduk. Göründüğü gibi yerel, sıcak bir İtalyan restoranı. Zaten içerdeki İtalyanların çokluğundan anlıyorsunuz. Yemek ve fiyatlar da güzeldi. Civardaysanız (Via Urbana) buraya uğramayı düşünebilirsiniz.
Pinsera Roma , bu yeri o zamanlar Trip Advisor’da Roma’daki yemek yerleri arasında bir numara görünce dedim mutlaka gitmem lazım, bu kadar insan yanılıyor olamaz. Gittiğimde bir baktım küçücük bir dükkan, millet zaten ayakta yiyor. Peki dedim olabilir, mühim olan lezzet. Lezzet iyiydi ama beklenti Roma’daki en iyi pizzacı olunca bu sıfatın baya altında kaldı. Ama burayı ucuz ve lezzetli bir öğlen yemeği ya da akşam üzeri atıştırması olarak düşünürseniz gayet başarılı. Pizza zaten restoran boyutlarında değil küçük pizza boyutlarında, 3-5 çeşit var. Fiyatlarda uygun. Özellikle aramayın ama civardaysanız uğrayabilirsiniz. Biz patates&salamlı olan, brokolili olan ve domatesli olanlardan denedik (margarita olan değil diğer domatesli olan). En iyisi patates&salamlı olandı.
Otelimize de yakın olduğu için Urbana sokağı üzerinde bir kaç yere daha gittik. Bunlardan bir diğeri de Non C’e Trippa Pe Gatti. Yine internet yorumları çok pozitif bir yer, ama açıkçası benim kafamdaki İtalyan yemeği tarzı ile duvardaki kedi resimleri ve fondaki İngilizce pop şarkıları pek uyuşmadı. Ben Roma’dayken Romalılar gibi yemek yemek istediğimden herhalde restoranda Baba filminin müziği falan çalmasını bekliyorum 🙂
Velhasıl yemekler fena değildi, kendi hazır menüleri de var ama biz ala carte tercih ettik. Bu arada bunlar masaya getirdikleri ekmeği ayrıca fiyatlandırdılar.
Burayı önünden geçerken pencerelerine dizdikleri çeşit çeşit tatlıları gördükten sonra zorunlu bir durak olarak keşfettik. Strabbioni Pizza e Cucina. Bir kaç çeşit küçük tatlılarından ve kahvelerinden içtik ama içerde çok çeşitli tatlarda ve paketlemelerde çikolatalar satıyorlardı. Özellikle hediyelik için iyi olabilir. Tatlılar güzeldi ama tekrar gitmeye kasar mıyım? Sanmam.
Dante’s Bar, ana atraksiyonlara yakın ismiyle de dikkat çeken ve göründüğü ve kulağa geldiği gibi tam bir turist tuzağı. Ama tölere edilebilir bir turist tuzağı. Çünkü sonuçta manzarası güzel bir yerde, ana caddeler üstünde vs oturacaksanız o kahveye ekstre 1-2 euro daha verilecek. Sonuçta bizde de bu böyle. O yüzden tölere edilebilir turist tuzağı var tölere edilemeyecek var. Buranın servisi de iyiydi, adam en iyi tiramisu’yu yaptıklarını iddia edince zaten üşümüş ve yorulmuş bizler burada bir kahve-tiramisu molası vermeye karar verdik. Roma’nın en iyi tiramisusunu yapmıyorlardı tabii ki ama normal tiramisuya yanında çilekli tiramisu diye bir şey denedik o baya iyiydi. Yemek yemedik ama yan masalardan gördüğüm kadarıyla onlar da iyi gözüküyordu.
Floransa
Floransa seyahatimde gittiğim en değişik yerlerden biri de eski bir hapishaneden restorana çevrilmiş olan Ristorante Le Carceri’ydi. Haliyle dekor baya değişik. Duvarlarda mahkumların yazdıkları, çizdikleri, oda oda kısımlar ve alanlar birbirlerinden hem duvar hem de yer yer demir parmaklıklarla ayrılıyor. Oldukça yerel kişi olduğu için yemeklerde iyidir diye beklentimizi arttırarak girdik. Tabii yer bulmak sıkıntı olduğu için söz biz 21:30 olmadan kalkacağız diyerek oturduk. Bizi aldıkları kısımda koca bir İtalyan ailesi ve o grubun 6 çocuğu da olduğundan (evet 6, 5’ten sonra gelen rakam olarak 6) bizim için baya gürültülü bir yemek oldu ama o bizim şansımız deyip geçersek geri kalan kısmı gayet güzeldi.
Yemekler bence ortalama üstüydü, ev şarapları iyiydi. Ama buranın asıl olayı o hapishaneden çevrilmiş olmasının atmosferi. Bence deneyebilirsiniz, değişik bir yemek olur.
Yellow bar, burası dışardan oldukça samimi ve güzel gözüken bir yerdi. İçerisi de dolu ve menüdeki fiyatları da idare eder gözüküyordu, girdik ve yanılmadık. Burada hoş bir akşam yemeği yedik, atmosfer tam yerel İtalyan restoranı ama onun Amerikanvari retro zincir restorana dönüştürülmüş hali diyebileceğim bir atmosferdi. Ama bunu iyi anlamda kullanıyorum. Bizim gibi tüm masalarda keyifli ve hoşnut gözüküyordu.
Milan, valla Milan’da gezi olarak ne kadar beceremediğimi zaten İtalya gezisi yazımda anlatmıştım. Ancak yemek olarak Milan’da hayal kırıklığına uğramadım. Hatta şöyle söyleyeyim yediğim en güzel peynir tabağı ve tiramisuyu burada otele dönerken maalesef adını almadığım çok alakasız bir yerdeki bir restoranda yedim. Adını hatırlayamadığım bu yer bir yana Milan’da size bahsedeceğim dışarıdan tam bir turist tuzağı gibi gözüken ama gayet samimi çıkan Bar Ba del Corso olacak.
Burası Milan’ın Duomo’ya çıkan ana sokaklarından birinde bulunuyor, haliyle bizim İstiklal’in direk üstündeki mekanlar gibi belli bir standardın üstünde gibi gözükse de kötü çıkma ve kazık yeme olasılığınızın hayli yüksek olan yerler gibi bir ön yargıyla oturduk. Ama çok yorulmuştuk bir de sonuçta ana sokakların üzerinde oturup yeyip içmenin de bir tadı var diyerekten buraya girdik. Kahve ve yemek fiyatları normalin çok az üstündeydi ama bize ikram küçük pizza, hamur işleri ve patates cipsi getirdiler ki kahveye verdiğim ek 1 euro o an feda oldu onlara! Ki kahve de 3 euro, şarap 6 euro yani o kadar da pahalı değil. (ek not şarap İtalya’da normalde sudan ucuz kıvamda ) Bunlar böyle ikramlarda bulununca ben burada bir de Risotto yemeye karar verdim, ne de olsa Milan’daydık. Risotto ortalamaydı diyelim ama ortalama yemek yoktur az Parmesan peyniri vardır diyerek İtalya’da da sağ olsunlar artık ağaçta mı yetiştiriyorlar ne yapıyorlarsa masaya yemek kadar parmesan bıraktıklarından yemek her şekilde güzel oluyor.
Sonuçta turistik bir yerde kişi başı 2-3 parça düşecek kadar ikram getirmeleri bence iyi bir jestti ve turist tuzağıysa da böyle tuzak olsun arkadaş diyerekten kısa bir mola için caddenin gelen geçeni izlemek ve dinlenmek için oturabilir yerlerinden biri olarak tavsiye edebilirim.
Venedik
Turist sezonu olmamasına rağmen kalabalık olmasından Trattoria Alla Ferrata’nın iyi bir yer olduğu anlamıştım zaten. Klasik bir aile İtalyan restoranı. Yerellerin de gittiği hissi veren bir yerde güzel bir akşam yemeği için önerebilirim. Pizzalardan benimki daha iyiydi ama diğer alternatifin sadece sebzeli ve kabaklı pizza olması nedeniyle pek şaşırmadım 🙂 Ev şarabı iyiydi. Zaten İtalya’da ev şarabı olup kötü dediğim olmadı sanırsam şimdiye kadar!
Bolonya
Burası için bizim gezmeye çok da zamanımız olmadığından sadece tek bir yer önereceğim,
Bar II Calice. Merkezde yemek için çok da pahalı olmayan ama güzel bir yerler ararken rastladık. 2 katlı bir yer, giriş kat daha çok bar gibi üst kat da samimi yerel bir İtalyan restoranı. Yemekleri gayet güzeldi ve üstelik gezgin menüsü diye yemek+içecek+kahve+su şeklinde tam da benim sipariş vereceğim bir menu yapmışlardı ki 16 euroya bunların hepsi ortalama üstü bir restoran için gayet iyi bir fiyat. Yemek olarak Tortellini Bolonez ve salam ravioli seçtik. Sonra tabii biz tatlı da sipariş verdik ve adını hatırlamıyorum ama menüde ikinci sırada olan crèmeli bir tatlılarından söyledik ve inanılmaz lezzetliydi!
Çıkarken de dışarda sattıkları ve Kasım ayındaki soğuk sokaklara dönmeden önce tam ihtiyacımız olan sıcak şaraplarından aldık.
Ukrayna – Kiev
Şimdiye kadar ki en plansız gezim olduğu için, daha doğrusu plan yapmaya vakit olmadan, “hayatım akşam yemeğini Paris’te yiyelim mi” şuursuzluğunda “aha ucuz bilet buldum, zaten vizesiz ve bayram tatili” yaklaşımı ile gerçekleştirdiğim 4 günlük Kiev gezimi anlatıyor olacağım. Haliyle pek fazla hazırlık kısmına değinemeyeceğim ama size nelere hazırlıklı olmanız gerektiği konusunda baya fikir verebilirim sanıyorum! Not alın şimdi tecrübe konuşacak 😉
Uzun versiyon her zamanki gibi aşağıda ama zamanı olmayanlar ve özetle atlanmaması gerek ne var için:
Ulaşım: Sürekli promosyon uçak biletleri oluyor ortalama git gel 99-129 euro civarı, TC vatandaşlarından vize istenmiyor.Yine de yaz ayları gibi turistik sezonlar bir tık daha pahalı.
Vize: TR vatandaşlarına uygulanmıyor 🙂 Girişte 90 günlük alıyorsunuz.
Yemek: Borsh çorbası, Vereniki, Chicken Kiev, el yapımı çikolotalar, tabii kendi craft biraları.
Görülecek: Khreshchatyk Street, Maidan Nezalezhnosti (Independence Square- Zafer Meydanı), Kiev fünüküleri, Saint Sophia Kathedrali, St. Michael’s Kathedrali, St. Andrew’s Kilisesi, Kiev Pechersk Lavra – Mağara Manastırı
2013 uzun tatiller yılı şenliklerim çerçevesinde, Şeker bayramında son ana kadar “yok ben yakında İtalya’ya gideceğim”, “zaten Amerika’dan döndüm param yok” modunda iken THY’nin promosyon biletini görüp, yaw Ukrayna’ya vize yoktu değil mi şeklinde kendimi ikna sürecini başlattım.
“Bilet zaten ucuz, bir de normalde kaldığımdan daha ucuz hotel bulurum, hiç doğu Avrupa görmedim ben, zaten aynı para 5 gün İstanbul’da yine gider ki, aynı şey bari yeni yer görmüş olayım” şeklindeki standart ikna sürecimi tamamladıktan sonra kendimi biletleri almış buldum.
Aslında normalden, ki normalden kastım ucuz promosyon bileti olarak, bir 30 euro daha fazlaydı ama bu fark bayram tatili tarihleri olması ve toplamda gidiş dönüşte 30 euro farketmesi itibariyle kabullendiğim ve hiç gocunmadığım bir fark oldu. (Genelde 2013’te İstanbul-Kiev biletlerini THY’den gidiş dönüş vergi dâhil 99 euro’ya sık sık gördüm, ben bu tatil için kişi başı gidiş dönüş vergi dâhil 129 euro’ya aldım)
Tabii bileti aldıktan bir kaç gün sonra gidiş zamanım olduğu için pek fazla ön hazırlık yapma, araştırma şansım olmadı. Anca bir alfabeyi okuyamayıp sokak adı da bulamayız diye bari gidiş rahat olsun deyip, kalacak yer ve oranın ekstra hizmeti olan havaalanından karşılama ayarladım. “Bu da böyle bir gezi olsun, tam macera, böyle de çılgınım ben aslında aha haa haa” falan dedim ama gezinin son günleri oranın yerlisi bir kızcağız olmasaydı baya bir şey kaçırmış olacağımı net anladığımdan sıfır hazırlıksız gitmenin çok da iyi bir fikir olmadığını kabul ediyorum. Ya da harbi sıfır hazırlıksız gitme modunda olmanız lazım, gelmişken yapılması görülmesi gereken ne var stresine girmemek lazım.
Öncelikle özellikle ve önemle belirtmeliyim ki, 26 yaş üstü iseniz kendinizi hostel’de kalırım ben ya ne var, 3-4 gün değil mi, öğrencilik zamanlarımızdaki gibi, hem milletle tanışırız, tavsiye alırız, ortak alan’da ortam yaparız heyoooo demeyiniz. O yaş geçti. Hadi 26 demeyelim de, eğer konserlerde “ulen bundan sonra bir daha saha konseri alanın, bundan sonra tribünden yer yoksa gitmem arkadaş” kıvamına geldiyseniz, bu Kiev’e özel değil, hostel olayına girmeyin abicim ablacım, kardeşim. Zaten o kıvamdaysanız hostelin bir üstüne de paranız yeter, rezil olmayın valla. Ama maddi olur ruhen olur hala zamanım var idare ederim ben canım diyorsanız da peki düşünün ama Kiev gibi eski Sovyetler Birliği zamanından kalma eski binaları olan yerlerde hostel olayını bir kere daha düşünün. Ben düşünmeyin demiyorum, düşünün ama mümkünse hobi olarak düşünün.
Ben tahmin ettiğiniz üzere “işte bu, yıllar önce öğrenciyken çıkmam gereken plansız Avrupa gezisi, gencim ben canıım en kötü 4 gün değil mi” modunda ve normalde bu gezi çıkmayı planlamadığım ve İtalya gezisi öncesi bütçeyi sarsabilecek bir şey olduğundan masraflarını kendime savunma amaçlı, ucuz hostel ayarladım. Biraz da “ya hiç bir şey bilmeden gidiyoruz, bak şu yorumlara millet common room’da (ortak alan) takılıyormuş, eğleniyormuş onlardan birşeyler öğreniriz, zaten otellerde 4-5 yıldıza çıkmadığın sürece binalar eski, kötü gözüküyor. Hostele bak ne güzel renkli duvarları, ne kadar kötü olabilir” diyerekten aslında gitmeden önce mantıklı sayılabilecek bir gerekçeyle 4 gecelik hostel de rezervasyonumu yaptırdım. Kendimi de “ortak odada yatak kiralamıyorum canım hostel ama ayrı oda tuttum ben” diyerek bir kere daha doğru bir şey yaptığıma inandırdım. Gelelim bu imalı konuşmaların tecrübelenmiş sebeplerine…
Kalacak yer:
Sonradan ordayken acı bir şekilde öğrendiğim ve dönmeden önce tüm kalbimle katıldığım üzere Kiev’de genelde ev kiralanırmış.
Zaten otel bakarken siz de farkedeceksiniz, 5 yıldız ayarına çıkmadığınız sürece otel odaları gayet eski, bakımsız, hostelden farkı olmayan şekilde gözüküyor. Benim dikkatimi evler çekmişti ama ev kiralarsak kimseyi tanımadığımız, yol bilmediğimiz, işin kötüsü dil de bilmediğimiz için bir de Kiril alfabesi okuyamayacağız bile diye endişelenerek “iyice ortada kalmayalım” diyerekten otel ve hostel arasında, en azından benim ödemeyi kabul ettiğim aralıkta, fark da olmadığından hostel tercih ettim.
Burada hostel sonuçta verdiğim paraya göre şikayet edebileceğim bir yer değil ama asıl sıkıntı zaten burayı takip edenlerin bileceği üzere sonuçlarının “gezinin benim için keyfini kaçıracak cimriliğe girmiş” olmamdan kaynaklı. Misal meğer “ortak duş kullanımı” yaşım geçeli çok olmuş ve bu benim için beklediğimden daha büyük sorunmuş. Zaten eski binalar, duş nasıl çalışır tam çözemedim. Daracık yer, eski açıkta paslı borular, sıcak su akıtamadım bir türlü. Zaten biri daha gelecek diye panik modda soğuk suyla şöyle günün yorgunluğunu atmaya ya da güne başlamaya güzel bir başlangıç yapamadım. Benle birlikte kalan arkadaş da sıcak su çalıştıramamış. Sorduk geçici bir aksaklığa da denk gelmiş olabiliriz ama 4 gün be. Neyse ki sıcak yaz aylarıydı da soğuk su kış aylarında olabileceğinden çok çok az bir sıkıntı oldu.
Yatak olarak dediğim gibi zaten ayrı oda tutmuştuk, orada çok bir sıkıntı yoktu, ortak alanda da sorun yok, harbi değişik tiplerle de tanıştık, ama duş başka canım. O yüzden bu konuda düşündüğünüzden daha fazla hassasiyetiniz olur mu bir tekrar gözden geçirmekte yarar var. Hostel alternatifi özellikle çok uzun zaman kalmayı düşünürseniz gerçekten maddi olarak bütçenizde artı fark yaratır ama bir kaç gün için değer mi bir sorgulayın. Yer olarak merkezden 2 metro durağı uzaktık, dolayısıyla bazen yürüdük bazen bindik. Zaten metrolar ucuz baya, ama yine de lokasyon olarak her zamanki gibi merkeze yakın bir yer seçmenin en doğru tercih olduğunu da bir kez daha teyit etmiş oldum.
Yenilecek:
Ukrayna mutfağı bana damak zevkimize çok farklı gelir diye düşünürken ilginçtir hiç de yabancılamadım.
Sadece domuz ürünlerinden kaçınmak isteyenlerin her Avrupa ülkesinde olduğu gibi menüye bir dikkat etmeleri gerekecek ama onun dışındaki et, sebze ve hamur yemekleri gayet güzel.
Ben özellikle Borch (Borç veya Borş diye de geçen) çorbalarını, bir tür mantı diyebileceğimiz ve içinin değişik malzemelerden yapılmasını seçebileceğiniz Vareniki (Vereniki) ve aslında Fransız bir ahçı tarafından bulunmuş olmasına rağmen ismen ve popülerlik açısından artık bir Ukrayna klasiği olmuş sayabileceğimiz Chicken Kiev’i ekstra beğendim. Ve oranın minimum yenilmesi gereken lezzetleri olarak bu üçünü belirledim. Mantınızı bir kaç farklı çeşit söyleyin (peynirli, ısırgan otlu vs..), çorbaya da mızlamayın sipariş verin. Ben de sevmem diyordum ama beklediğimden çok daha iyiydi. Bir de bu çorba kışın sıcak yazın soğuk olabiliyor, nasıl oluyor demeyin oldu valla iyiydi. Chicken Kiev’i zaten seversiniz.
Geleneksel Ukrayna yemekleri için ayrı restoranların yanısıra zincir olarak rastlayacağınız, oldukça popüler yerel mutfaktan güzel ve uygun fiyatlı çeşitler sunan Puzata Hata gibi yerleri veya AVM’lerin yemek katlarındaki çeşitli alternatifleri tercih edebilirsiniz. Misal Avm yemek katında rastgele bir yerden yediğim Chicken Kiev zincir ev yemekleri restoranındakinden daha güzeldi, ama Vereniki en çok zincir olmayan ayrı bir yerel mutfak restoranındakini beğendim. Tabii bunlar o gün şeflerin keyfine bağlı deneyimler de olabilir ama tecrübem budur.
Genelde bir çok yer kendi biralarını üretiyor ve hepsi çok lezzetli. Bir çok farklı aromalarda ve tatlarda da bulmanız mümkün. Zaten genel olarak burada alkol ve sigaranın çok ucuz olduğu da kullanan arkadaşların dikkatinden kaçmayacaktır.
Benim dikkatimi çeken bir başka şey ise çok kola tüketimin olması ve suşi tarzı ama çok daha çeşitli uzakdoğu yemekleri sunan Murakami gibi uzakdoğu restoran zincirlerinin çok fazla olmasıydı. Bir de başka yerlerde de denk gelmişsinizdir ama ben ilk Kiev’de gördüğüm için çok hoşuma gitti ana cadde de aşağıya doğru yürürken sol tarafta Bubble Tea var. Mutlaka için çok keyifli 🙂 Zaten uyuşmayacak aromalar seçerseniz (benim durumumda olduğu gibi) sizi uyarıyorlar :p
Bir de burada Moğol restoranlarına da sıklıkla rastlayacaksınız, farklı Türk mutfakları denemek için de güzel bir yer.
Son olarak özellikle bayanların atlamaması gereken bir adres el yapımı çeşit çeşit çikolatalar yapan Lviv Handmade Chocolate Cafe. Dışarıdan ne olduğu çok belli olmadığı için atlayabilirsiniz ama hem mola vermek hem hediyelik almak hem de çok lezzetli ve çeşitli çikolata çeşitleri denemek için bence çok ideal bir durak.
Görülecek/Yapılacak
Her şehirde olduğu gibi görülecek çok yer olsa da bana tek bir merkez tek bir cadde söyle dendiğinde burası için de herkesin aklına gelen Zafer meydanı (Maidan Nezalezhnosti (Independence Square)) ve ona çıkan Khreshchatyk caddesi görülmesi gereken yerlerin başında geliyor. Bizdeki Taksim Meydanı ve İstiklal caddesi gibi düşünebilirsiniz, cadde boyunca bir çok mekanlar var, geniş yürümesi güzel bir cadde, meydan da baya hareketli ve metro bağlantıları içn ideal nokta.
Bunun yanısıra bir çok kilise ve tarihi anıt var ki bunlara ulaşım çok kolay. İyi planlanmış bir rota ile hepsine yürüyerek gitmeniz mümkün. Biz tamamen sağa sola rastgele yürüyerek bile bu eser ve yapıların bir çoğuna rastladık. Sonradan onların önemli yerler olduğunu öğrendik. Bir de planlasaymışız neler olurmuş 🙂 Buradaki mimaride yuvarlak çatılar ve parlak altın sarısı ile açık mavi kullanımları ile doğu Avrupa’nın kendine özel mimarisini görmek de güzel.
Saint Sophia Kathedrali şehirdeki en eski kathedral. Tarihi 1000 yıl öncesine dayanıyor. Mimari olarak yine yuvarlak kubbeler , parlak sarı tonlu çatıları ile göz alıcı güzel bir stili var ama içindeki mozaik ve detaylarda güzel. Merkeze yakın olduğu için de ulaşımı ve gezmesi en kolay yerlerden biri.
St. Michele Kathedrali, yine şehrin eski kathedrallerinden, zaten sizi göz alıcı açık mavi ve sarı renkleriyle dikkatinizi çekecektir. Klasik doğu Avrupa usulü bir Ortodoks kathedrali gezmek için ideal bir yer. Hala işlevsel olduğu için içinde gezerken özellikle dua yerlerine girerken kıyafetlere dikkat etmek gerekiyor.
St. Andrew Kilisesi, bu kilisenin renkleri beni çok uzaklardan çağırdı. İçine girip dolaşamadım, kapalı zamanına denk gelmiştim ama gerçekten bir binada gördüğüm en güzel mavilerden biri. Bulunduğu sokakta çeşitli hediyelik eşyalar alabileceğini sokak dükkanları da çok fazla olduğu için orayı gezmek ile birleştirebilirsiniz.
Özellikle “bu azcık uzakta kalıyor, nasıl olsa bir ikisini gördük, boşver nasıl olsa hepsi birbirinin aynısı, oraya gitmesek de olur” demeden şu Kiev Pechersk Lavra – Mağara Manastırına zaman ayırın. Çünkü benzer mantıkta biz çok da bulamadığımızdan burayı atlamıştık ama son gün oranın yerlisi bir arkadaş oraya gitmediğimizi duyunca bizi hemen oraya götürdü. Burada ekstradan gezebileceğiniz ve baya ilginç olduğu söylenen yer altı mezarları da var. Ben son gün geç saatte gittiğim için yetişemedim ve asıl görülesi yerlerden birini kaçırdığım duygusuyla ayrıldım. Burada bir ayine de denk geldik ve korosunun sesi gerçekten çok güzeldi. Bir de burada (diğer yerlerde de satılıyor olabilir) kutsanmış su da satılıyor şişe olarak. Tadı baya güzel, içmek için alabilirsiniz. (Zaten çoğu kişi içmek için alıyor)
Ek not: bilimsel olarak bir Japon bilim adamı belli ses tiplerine göre su moleküllerinin görünümünün değiştiğini kanıtladığı bir çalışması var. Bu çalışmada özetle klasik müzik ve dua gibi pozitif içerikli dinletiler yapılan su molekülleri ile aksi tarzda müzik ve dinletide bırakılan su moleküllerinin bilmem kaç bin kat büyütülmüş resimlerinde kıyaslanıyor ve tahmin edebileceğiniz üzere biri inanılmaz güzellikte gözükürken diğer kaotik, rastgele ve hatta çirkin gözüküyor. Ben kendim içmedim ama içen arkadaş da baya beğendi. Bu suyun tadının da bizim orada denk gelip dinleme fırsatı bulduğumuz ahenkli müziklerden ve pozitif dualardan ötürü Japon abimizin açıkladığı gibi böyle bir etkiden ötürü ya da belki de içenlere psikolojik olarak bu bilgiyle etkilediğinden daha güzel geldiğini düşünüyorum.
Kiev fünüküleri de oradaki turistik diyebileceğimi yapılması gereken mini atraksiyonlardan biri, hem de bizim tünel gibi sizi az ama öz bir yoldan kurtarıyor. Yolu 20 metre ama sizi tepeye çıkmaktan kurtarıyor ve çok çok ucuz.
Bunlar dışında gezerken bir çok heykele de rastlayacaksınız, örneğin Prens Volodymyr the Great Anıtı gibi. Bu prens Kiev’in çok sevilen presnlerinden, şehirde kendisine dair bir çok heykel daha göreceksiniz, bu anıt ise nehri yukarı bir noktadan görebileceğiniz güzel bir noktada bir parkın içinde bulunuyor. Atraksiyonlar arasında azcık sapıp buraya da bir uğrayabilirsiniz.
Prenses Olha Anıtı da yolunuza çıkacaktır sanıyorum çünkü birbirine yakın olan St Sophia ve St Micheal Kathedralleri arasında. Prenses Olha 3 erkek kardeşiyle birlikte Kiev’in kurucularından, o yüzden onlara dair de başka heykeller sıklıkla göreceksiniz. Bazı heykeller eski zaman kıyafet ve silahları ile donatıldığından sanki küçük bir FRP/oyun grubu gibi gözükmüyor da değil 🙂
Tekne turu bu şehir için de var olan çeşitli atraksiyon opsiyonlardan biri ama açıkçası benim katıldığım en gereksiz ve keyifsiz tekne turuydu. Bir kere kötü bir şehir değil ama tekne turu rotasında öyle bu ne güzel manzaradır diyebileceğimiz bir görüntü olmadı, çoğu tarihi yer ve eser kıyıdan uzakta, ancak çok çok büyük heykelleri uzaktan başını gösteriyor, yaz olmasına rağmen su bulanıktı ve su manzarası bile iyi değildi. Hani çok kötü demeyeyim ama “ne olacak açık teknede geze geze bir tur atmış oluruz, bir şeyler içeriz zaten pahalı değil” dedik ama biz bu beklentisizliğe rağmen sonrasında binmeseymişiz de olurmuş dedik.
Meydanı gezerken civarındaki “sevgili sokak lambaları” da Kiev’in mini simgelerinden.
Bir de beni zamanında orada yaşanmış olan kıtlık katliamı için yaptıkları Holocaust anıtı ve oradaki minik kız heykeli çok etkiledi. Şehrin önde gelenleri bildiğin kendilerine yemek ayırmış, millete vermemiş ve binlerce insanın ölümüne neden olmuşlar. Gerçekten açlıktan binlerce kişinin öldüğünü duymak inanılmaz.
Tabii söz konusu Ukrayna olunca eğlence hayatı da akla geliyor. Akşamları gerçekten de renkli. Özellikle beylerin ekstra seveceğini düşünüyorum. Ve ileride bir sevgilim olduğunda gerekirse milyon dolarlık mutlaka gidilmesi gereken bir “iş gezisi” olsun tek başına Ukrayna gezisi yaptırılmayacak kararına varmış bulunuyorum. Yani Kiev sevgili/eş tek başına gönderilmeyecek ülkeler listeme üst sıralardan girdi! Buradaki bayanlar gerçekten güzel ve bakımlılar, kendilerine güvenliler ve gündüz kıyafetleri bile iddialı. Savaştan sonra hiç bir zaman erkek nüfusu kadın nüfusunu dengelememiş bu yüzden kadınlar gerek iş yaşamında gerekse sosyal ilişkilerde bizdekine göre daha aktif ve insiyatif alır roldeler. Orada bayanların istedikleri saatte tek başlarına veya grup olarak istediklerini giyerek ve rahatsız edilir miyiz korkusu olmadan rahatça dışarı çıkabiliyor olmalarını görmek içimi bir burkmadı değil. Erkeklerinin giyimleri ise baya berbat, “file tshirt bir moda seçimi değildir”i anlatmak lazım.
Son dakika kapıyı çekmeden önce bakmanız gereken seyahat kontrol listesi iste burada! Yolculuk nereye olursa olsun yeter ki bunlar yanınızda olsun!
*Pasaport ve kimlik,
*Gittiğiniz yerde araba kiralamayı da düşünüyorsanız ehliyet.
*Uçak bileti & otel rezervasyon çıktıları (evet akıllı telefonunuz var biliyoruz ama ya şarjı biterse, ya bozulursa, daha kötüsü ya çalınırsa?)
*Tlf şarj cihazı (son dakikaya kadar şarjda bıraktığınız telefonunuzu alırken şarjını da almayı unutmuyoruz!)
*Priz dönüştürücü (Gideceğiniz ülkede prizler farklı olabilir, bunun için internette çok güzel kaynaklar var size hangisinin lazım olduğunu gösteren. Ama benim önerim alın bir dönüştürücü her yerde kafanız rahat etsin )
*Güneş gözlüğü (özellikle yaz seyahatleri için)
*İlaçlar. Burada sadece düzenli ilaçları kastetmiyorum, şu an ihtiyacınız yoksa bile yolculukta yanınızda ağrı kesici, yara bandı, bepanten krem, mide rahatlatıcı bir tablet gibi genel ilaçlar bulundurmak gerçekten çok işe yarıyor.
*Yanınıza almayı düşünüyorsanız fotoğraf makinesi ve onun şarj cihazı.
*Özellikle Afrika ya da Güney Amerika’ya gidiyorsanız sinek kovucu spreyler
*Pijama koymuştunuz değil mi?
*Yurtdışı çıkış pulunu buraya koymuyorum çünkü artık herkes bunu havaalanında, pasaport kontrolünü geçmeden önce, alıyor. İsterseniz önceden herhangi bir bankadan da (online olarak da seyahat sigortası gibi alınabiliyor) halledip ödeme dekontuyla da geçebilirsiniz.
Eh bunlar varsa en kötü gerisini gittiğiniz yerde bir şekilde halledersiniz 🙂 Gerekirse terlik, havlu, tshirt bile gittiğiniz yerden alınır. Ki benim parmak arası terlik ve yağmurluk koleksiyonu yapsaymışım olurmuş diyecek kadar bunu yapmak durumunda kaldım. Ama bunlar yapacağınız seyahatin içeriğinden bağımsız olarak her şekilde kontrol etmeniz gereken ana liste diye düşünüyorum.
Gerçi tabi iş gezisine giderken takım elbisenizi askıda unuttuysanız bu seyahat kontrol listesi ne işime yaradı diyebilirsiniz 😀 Ama dedim ya bu ana liste, bunun üzerine yolculuğunuzun nereye olduğu, hangi mevsim olduğu ve neler yapmayı planladığınıza göre bavulun geri kalanını yapıyorsunuz.
Misal ben her gezimde bavul hazırlarken yanıma akşam şık bir yere gitme ihtimalimi seviyorum gazıyla ona uygun bir konbin/elbise de koyuyorum. Ama en iyi bavulun en küçük bavul olduğunu unutmadan! Zaten bavul hazırlama ayrı bir sanat!
Ana listeye eklenmesi gerektiğini düşündüğünüz önerilerinizi yorumlarda bekliyorum!
Özellikle saat farkının çok olduğu coğrafyalara seyahat ederken herkesin aklından geçen “ya şimdi jet lag olur muyum acaba” endişesini biraz inceleyelim.
Jet lag denilen şey kısa sürede uzun mesafeler kat eden kişilerin biyolojik ritimlerinin gittikleri yerdeki zaman dilimlerine ayak uyduramamasıdır. Vücudun gittiğiniz yerin sabahını akşam sanıp bocalaması gibi durumlar diyebiliriz. Çünkü vücut kendini 24 saatlik döngüye göre planlıyor ve siz seyahat edip farklı saat dilimlerinde olan yerlere gidince bu döngüyü bozmuş oluyorsunuz. Ayak uyduramayınca da jet lag denilen illet musallat oluyor. Jet lag kendini en çok uyku ve yeme düzeni bozukluğu olsun, yorgunluk olsun, zihinsel performans düşüklüğü, baş ağrısı vs gibi seyahatinizden alacağınız keyfi çok azaltabilecek can sıkıcı semptomlara yol açıyor. Hatta bazı kişilerde durum abarıp depresyona bile gidebiliyor.
Jet lag herkesi aynı şekilde etkilemiyor. Yani yaşça büyük kimseler, vücut sağlığında zaten sorun olan, direnci düşük kimselerde jet lag görülme olasılığı daha yüksek. Son yapılan çalışmalar genetik yatkınlığın da bu durumdan ne kadar etkileneceğinizle alakalı olabileceğine dair bulgular içerse de kişinin bünyesine, alışkanlıklarına ve diğer çevre koşullarına göre bir çok değişken olduğu için herkeste şu seviyede olur diye kesin konuşabilmek zor.
Ama genel olarak doğuya gidenlerin daha fazla jet lag semptomları yaşayacağını söyleyebiliriz çünkü doğuya gidildiğinde zaman dilimi arttığından (saat daha ileride olduğundan) ilk vardığınız günü aslında 24 saatten azmış gibi yaşamak durumunda kalıyorsunuz. Bu da dengenizi alt üst etme konusunda batıya yapacağınız seyahatlerinize göre daha iyi bir iş çıkartıyor. Örneğin düşünün ki buradan kalkıp Çin’e gittiniz, burada öğleden sonra 15:00’da bindiniz, 10 saat yol olsun diyelim, oraya varışınız vücudunuza göre gece 01:00, ve haliyle siz uyumak istiyorsunuz. Oysa Çinliler için yeni gün sabahı başladı, saat ve gün ışıkları saat 08:00’ı gösteriyor. Hadi burdan yak J (Çin ile saat farkı 6-7 saat olarak bizim saat ileri geri almalarımıza göre değişiyor)
Jet lag bu örnekten de anlayacağınız gibi en fazla çok saat farkının olduğu seyahatlarde görülüyor, mesela kuzey-güney arası yapacağınız yolculuklarda saat farkı olmayacağından jet lag yaşama olasılığınızda daha düşük. Yani jet lag riski açısından doğuya seyahat>batıya seyahat>kuzey-güney seyahat.
Peki ne yapacağız jet lag’den etkilenmemek ya da etkilerini azaltmak için? Açıkcası genel tavsiyeler dışında çok da yapabileceğiniz bir şey yok. Genel tavsiye dediğim ise
*yolculukta kafein ve alkol tüketmeyin,
*su için,
*uyku düzeninizi ayak uydurmak için gideceğiniz yerdeki zamana göre hesap yapıp uçakta uyumaya-uyumamaya çalışın.
*yolculukta rahat kıyafetler vs giyin
Ek not bazı kimseler melatonin kullanımı ile jet lag belirtilerini gidermeye çalışır, bundan da bahsetmiş olalım. Melatonin vücudun gündüz ve gece ritmini yakalamak için kullandığı gece karanlığı ve sabah ışıklarına göre artıp azalan bir hormon. (yani aslında bu hormonun vücudumuzdaki oranı şaştığından biyolojik ritmimiz de bozuluyor). Ama sonuçta bunun ne kadar gerektiğinin ayarı bence kişinin kendi başına yapabilecğei bir şey değil. Hele doktora danışmadan alınıp kullanılması mantıklı gelmiyor. Zaten bu konuda yeterince araştırma henüz yapılmadı diye biliyorum. Gideceğiniz yerin saatine göre plan yapmak, belki uyku ilacı almak vs daha hormonlara bulaşmayan basit çözümler.
En iyi bavul hazırlama tavsiyeleri – En iyi bavul en hafif olanıdır!
Seyahat iyi hoş da şu bavul hazırlama kısmı gerçekten dert olabiliyor. Hazırlaması bir yana çoğu kez ağır bavullarla uğraşmak sadece otel – havalimanı arası olsa bile insanı bezdirebiliyor.
İyi hazırlanmamış bir bavul seyahatinizden alacağınız keyfi azaltacağı gibi yaban ellerde gereksiz para harcamanıza da sebep olabilir.
Ben de ilk seyahatlerimde “ama şu da lazım olabilir, bunu da giyebilirim, belki şunu yaparsak bu lazım olur” vs diye 4 günlük geziye 1 aylık geziye çıkarmış gibi hazırlanırdım. Ama zamanla hem tecrübe hem de biraz araştırma ile bavul hazırlarken bunu kullanırım “tahminlerimi” daha yerinde yapmaya ve kullanma ihtimalimin düşük olduğu şeyleri bavuldan çıkardıkça hafif ve küçük bavullarla gezmenin rahatlığına ve keyfine erişebildim. Gezginlik kısmı bir yana işim gereği de sürekli şehir dışı yapmam gerektiğinden gerçekten bavul hazırlama konusunda tam bir pratiklik ve efektiflik canavarına dönüşmüş durumdayım. 1 haftalık bir kaç ülkelik farklı sıcaklıklardaki Avrupa gezisi bavulunu bile son güne bırakıp, 2 saat içerisinde ve kabine de alabileceğim en küçük boy bavul ve sırt çantası olarak tamamlayabiliyorum. Ki sırt çantası genelde boş oluyor, seyahatten alınacakları dönüşte rahat taşımak için 🙂
Ben hayatta öyle bavul hazırlayamam, az eşya alamam vs demeyin, şu tavsiyelere bir kulak verin. En iyi bavul en hafif olanıdır. Net. Haa illa vazgeçmem 3 çift ayakkabı o bavula girecek diyorsanız tamam eyvallah, bazen öyle seyahat gereksinimleri gerçekten olabiliyor. Ama gerçekten seçtiğiniz o 3 çift mi ve gerçekten üçünün işlevini görecek belki aynı belki farklı 2 çift olmaz mı diye düşündünüz mü 🙂
İşte size gezielcinizden tecrübeyle tesbit edilmiş bavul hazırlama tavsiyeleri ;
*Önce küçük bavul ile başlayın (mümkünse kabin boyu), ona sığacakmış gibi başlayın ki şunu yanıma alsam mı sorularınızın olumlu cevabı için geçmesi gereken gerçekten gerekli mi ve bavulda ayıracağım yere değer mi eşiği olsun. En kötü bir büyük boya geçersiniz, ama baştan büyük bavul ile başlarsanız o bavul siz ne olduğunu anlamadan dolar.
*Baştan priz çevirici gerekecekse koyun arkadaş, günümüzde şarj ediyor olabilmek çok önemli 🙂 Ben yanımda universal bir çevirici taşıyorum bu küçük dikdörtgen bir şey ve Amerika olsun Japonya olsun Avrupa olsun her yerin priz girişine göre modifiye edebiliyorsunuz. Çoğu elektronik dükkanında veya internetten bulabilirsiniz.
*Tatilde alacaklarınız için de yer bırakmayı unutmayın. O yüzden bir küçük bavul alıyorsanız ve onu ağzına kadar tıka basa doldurmanız gerekiyorsa yanınıza bir sırt çantası daha alın ya da bir büyük boya geçin. Çünkü oradan kupadır, magnettir, tshirttür, başka alış veriştir yapasınız gelir, yerim yok sıkıntısı çekmeyin. Ben genelde küçük bavul artı boş/yarı boş sırt çantası olarak çıkıyorum. Oradan aldıklarım için bavulda hiç yer yok sıkıntısına girmeden çantama rahatça atıyorum.
*Şunlar bir çantanın ön gözünde olsun: ağrı kesici, bulantı önleyici, yara bandı, bepanten gibi bir krem ve güneş kremi (evet kış tatilinde bile). Ve pek tabii eğer düzenli kullanmanız gereken ilaçlarınız varsa onlar.
*Her ne kadar artık her şeyi akıllı telefonlarımızdan yapıyor olsak da otel-uçak rezervasyon çıktıları yanına almak iyidir. Şarjınız bitebilir, benim gibi Çin’de telefonunuz bozulabilir ve direk ortada kalırsınız. Gezi detaylarınız bir küçük defterde veya çıktı olarak bulunsun.
*Seyahatiniz için bavul hazırlarken ilk yapacağınız iş gideceğiniz yerin hava durumuna bakmak olsun. Bu verileri şu an bulunduğunuz yerle de kıyaslayın. Giysilerinizi buna göre seçin. Daha serin yerlere giderken özellikle alttan giyebileceğiniz atlet ve tshirtler ile hırka ve sweatshirt gibi üste rahat kombin yapabileceğiniz şeyler seçin.
*Gelelim bavul hazırlama konusunun hassas yerine: kıyafetler! Bir kere bavul hazırlama da nasıl kıyafet seçmeliyizi yazıcam aşağıda ama öncesinde ne seçerseniz seçin kıyafetleri bodos katlayıp koymayın. Bazı kıyafetleri tek kat koymak, rulo yapıp koymak vs çok daha efektif olabiliyor. İnternette bununla ilgili bir kaç video izlemenizi şiddetle öneririm! (misal bu link)
O bavulun kenarlarına neler neler sığabiliyor bir bilseniz 🙂 Bunu ayrıca yazıcam ama önce kıyafet seçme işleminden bahsedelim.
Benim giyeceğim kıyafetleri seçerken en sık kullandığım yöntem aşağıda.
Önce seyahatimde hava durumunu ve planladığım aktiviteleri düşünerek giyebileceğim ve giymek istediğim tüm kıyafetleri bir kenara ayırırım. (Bunu ilk yaptığınızda gardrobun önemli bir kısmı ayrılabilir, zamanla gerçekten hangilerinin daha iyi olduğunu öğreniyorsunuz. 🙂 )
Seyahatin geneli için yatağın üstüne ön eleme yaptığım kıyafetlerimden birbirleriyle en rahat kombine yapabileceklerimi alt-üst şeklinde dizerim. Böylece örneğin 5 günlük bir geziye çıkıyorsam yatağın üstündeki kombinlerim her gün en az bir şey değiştirerek (alt veya üst) farklı kıyafet giyebilmemi sağlar. (hala ekstra şık olunması gereken özel akşam yemekleri vs kıyafetlerini dahil etmedim, onlar bir sonraki aşama) Örneğin bu 5 günlük gezi için muhtemelen 1 veya max iki kot(veya pantolon), hava durumuna göre belki bir etek veya şort (ve değil veya) , ve son olarak 4-5 tane t-shirt ile 5 günlük kombinasyonu fazlasıyla sağlayabilirsiniz. T-shirtler sayı olarak yanıma bolca aldığım tek kıyafet türü çünkü hem gündelik hem pijama olarak kullanabiliyorsunuz. Ve az yer kaplayıp size çok kombinasyon imkanı sağlıyor. Erkekler için iyi bir alternatif değil ama bayanlar için elbiseler özellikle yaz aylarında çok pratik. Alt-üst ayrı ayrı parça almanıza gerek kalmıyor. Ve elbiseyi azcık şık ama gündelik de abes kaçmayacak seçerseniz birazdan bahsedeceğim özel durumlara dair kıyafet ihtiyacını da karşılamış olacaksınız.
Günlük her yere giyebileceğim şekilde kıyafetlerimi seçtikten sonra, o seyahatte özel bir atraksiyon varsa (örneğin özel bir gösteri, akşam yemeği, deniz, tracking ..vs) ona dair eşyaları koyarım. Örneğin özel bir akşam planı varsa gündelikten bir tık şık olabilecek erkekler için bir gömlek ve bayanlar için bir elbise en kolay çözüm.
İç çamaşırı olarak her gün bir çamaşır olacak şekilde yanınıza alın, hatta tercihen +1-2 fazla.
Daha sonra seçtiğiniz bu kıyafetleri bunu yanıma almazsam ne olur gözüyle çıkartmak üzere inceleyin. Örneğin çok sevdiğiniz tshirtünüzü yatağın üstüne koymuşsunuz ama açıkçası diğer alacağınız kıyafetler ile pek uyumsuz. Onu ya çıkartın, ya başkasıyla değiştirin. (Ya da pijama tshirtü ilan edip bu görevde başka tshirt varsa onu eleyin). Ben genelde olmazsa olmaz 2-3 parçayı belirleyip diğerlerini minimumda nasıl idare ederim gözüyle üstünde geçiyorum.
*Gelelim ayakkabı kısmına. İşte beni ve tahminen bir çok bayanı en zorlayan yer. Çünkü şahsen bir ayakkabı sever olduğum için kıyafet kombinasyonunda çok sıkıntı çekmesem bile o kombinasyona daha uygun ayakkabı varken seyahat için bunu kısıtlamak bana en zor gelen yer. Ama size nasıl kıyafetlerde bunu öğütlemişsem ayakkabılarda da mecbur kendimi kısıtlıyorum.
Benim ayakkabı konusundaki önerim şu, öncelikle bavulunuzda bir flip-flop bulunsun. Olmadı otelde giyerseniz çünkü çoğu otelde terlik olmayabiliyor ve benim yanıma almadığım ne kadar seyahatim varsa hepsinden oradan alınmış bir flip flop ile döndüm. Ki bu da bir çözüm 🙂 Bazıları kupa veya magnet toplar, siz de flip flop toplamış olursunuz 🙂
Kesinlikle rahat dolaşabileceğiniz bir ayakkabı. Tercihen spor ayakkabılar ama siz uzun süre ayakta kalıp yürüdüğünüzde ayaklarınızı ve canınızı sıkmayacak başka modelleriniz varsa o da olur.
Bir de spor ayakkabı kadar rahat olmasa da gündelik kullanıma uygun, bir tık da şık bir ayakkabı. Özellikle özel akşam planı gibi durumlar varsa. Yine de bayanlar için çok gerekmedikçe bunun için yanınıza alacağınız ayakkabıyı çok yüksek topuklu seçmeyin ki spor ayakkabınızdan sıkıldığınızda giyebileceğiniz başka ayakkabınız olsun derim.
*Havlu demişken, açıkçası bavulda çok yer kaplayan eşyalardan. Genelde gideceğiniz yerde de size sağlanıyor oluyor. Ben genelde yanıma almıyorum. Sadece deniz kenarına gidiyorsam ve bavulumda fazlaca yer var ise yanıma bir tane deniz kenarı için alıyorum.
*Plastik yağmurlukları yeriniz varsa alın, ben genelde yağmur bastırdığı anda bir sokak satıcısından alıyorum ama bu şekilde şu an 10’un üzerinde yağmurluğum var :p
Bavul hazırlama konusunda eminim sizlerin de tecrübeleri tavsiyeleri vardır, yorumlara bekliyorum 🙂
2015 Uzakdoğu bizden sorulur adlı kişisel tur kapsamımda Çin’in Pekin şehrinden Güney Kore’nin Seul (Seoul) şehrine geçtim. Şehrin bir havaalanından girip (Gimpo Havalimanı) diğerinden çıktım (Incheon Havalimanı). Bizdeki Sabiha Gökçen ve Atatürk Havalimanları gibi düşünün. Güzel bir Seul rehberi için çok gezdim hiç durmadım 🙂
Güney Kore’yi özellikle izlediğim ve üç beş kelime kaptığım dramalarından ve Japonlar gibi bir acaip TV showlarından tanıyordum ve Çin’in Pekin şehrinden sonra geçince de temizlik, refah düzeyi ve modernlik anlamında bana daha güzel geldi. Bu tabii benim iki şehirde gezdiğim yerlere göre de değişen göreceli kavramlar ama o sırada bana öyle denk geldiği için Seul’u daha bir sevdim.
Seul rehberi için kısa başlıklar her zamanki formatımızda. Uzun versiyon için sizi aşağılara alayım. Not alın şimdi tecrübe konuşacak 🙂
Ulaşım: THY ve Korean Airlines’ın güzel fırsatları oluyor, ama çok özel bir kampanyaya denk gelmediyseniz uzakdoğu olarak direk Türkiye’den gittiğinizde en az 500-650 euro arası ya da TL ile 2000-2500 TL civarı bir fiyatı gözden çıkarmanız lazım.
Vize: Yok 🙂 Ama tabii girişte kalacağınız otel rezervasyonu, dönüş uçağı vs gibi belgeleri yanda bulundurmakta yarar var.
Yemek: Bibimbap (o yemek masanıza gelecek!), kimchi, Kore barbeküsü, pancakes, sokak yemekleri, tavuk, geleneksel yaz tatlıları
Görülecek: Myongdong, Seoul Tower, Gyeongbokgung Sarayı, Dongdaemun, Gangnam, Cheonggyengdong Çayı, InsaDong, Nandeamon.
Nerede kalmalı: Ben geceleri de alışverişe çıkarım, civarı canlı olsun diyerekten Dongdaemun’a yakın kaldım. Ama genel olarak metroya yakın olduğu sürece sıkıntı olmaz çünkü metroları gerçekten çok iyi.
Benim kaldığım yer Hyundai Residense olarak geçen bir apartman kompleksi. Aşağısında ismi 7-11 olan ama sürekli açık marketi de var. Odalar gayet büyük ve çamaşır makinesi bile var. Buranın tek sevmediğim yanı merkezi olmasına rağmen ana yoldan bir tık içeride ve o tık küçük sanayi gibi matbaa dükkanları önünden geçmeye denk geliyor. Akşamları önlerinden geçmekte tabii ki bir sıkıntı yok ama direk ana cadde üzerinde olsaymış 10 numara beş yıldız olurmuş, bu yüzden 8 yıldız veriyorum. (evet ben de farkettim numara olan 10 du yıldız 5’ti ama neyse şimdi…)
———————————————————————————————————————–
Gelelim Seul rehberi uzun versiyonuna.
Özellikle Uzak doğu gezilerinde dil bilmemek bir yana siz İngilizce bilseniz bile karşıdakinin bilmemesi, yer isimlerinin bile okunamayacağı alfabeler korkutur. Ama Seul söz konusuysa içiniz rahat olsun. Seul çok turist sever bir şehir.
Bunu zaten havaalanına indiğinizde, ki iki havaalanından diğerine göre “küçük” olanına bile inseniz, turist desklerde iyi İngilizce ve Japonca konuşan ve size otelinize varmak için binmeniz gereken metro bilgisine kadar söyleyen görevlilerden, size verdikleri gerçekten başarılı hazırlanmış şehir haritası ve broşürlerden, yolda gezerken bir çok noktada ücretsiz turist info merkezine ek turistik noktalardaki kırmızı tshirtlü ücretsiz turist rehberlerine, kazıklandığını düşünen turistler için ayrı ihbar telefon hattına kadar turistlere bir çok kolaylık ve yardım sağlayan özelliklerinden anlayabilirsiniz.
Hava yoluyla geliyorsanız, hava alanından çıkmadan mutlaka turist infoya uğrayın, kalacağınız yere nasıl gideceğinizi öğrenin, ve broşürlerden alın. Ufak bir miktar bozdurup, oranın İstanbul kartı olan ve metro ve otobüsler gibi bir çok yerde kullanabileceğiniz karttan mutlaka alın, diğer türlü her seferinde bilet almakla uğraşırsınız ki Seul metrosu sıklıkla kullanmanız gereken bir araç. Kartı alırken uzun uzun açıklayacaklar ama özetle dedikleri şu kartta kalan miktarı ülkeden çıkarken yaygın marketlerden, olmadı havalanında kendi yerinden geri iade alabiliyorsunuz. Sadece 500 wonluk (1-2 TL) sembolik bir miktarı vergi için kesiyorlar.
Orada şehir haritası ve broşürleri olarak bir kaç çeşide mutlaka denk geleceksinizdir ama ben özellikle resmi (official) turist Seul rehberi almanızı tavsiye ederim (bkn resimdeki – ücretsiz). Metrosu hem hatların renk ayrımı hem de durakların hattın nosuyla başlayan şekilde numaralandırılmış olması sayesinde kullanımı oldukça kolay. Yarım saatte ağı çözüyorsunuz diyebilirim. Örneğin 5 nolu hattın durakları 521-522-523..vs gibi. Üstelik her durakta Korece halinin yanı sıra İngilizce ve hatta bazen Japonca olarak varacağı durağın ismini söylüyor o yüzden yanlış yerde inme ve durağı kaçırma riskleriniz oldukça az. Metroda özellikle dikkat etmeniz gereken şey ise hangi numaralı çıkışı kullanacağınız. Çünkü bizdeki gibi doğru çıkıştan çıkmazsan alakasız bir yere gitmiş olabiliyorsun. Neyse ki zaten durak çıkışlarında hangi nolu çıkışın nerelere yakın olduğu yazıyor ama zaten elinizdeki haritadan vs de metro çıkışlarının hep olduğunu göreceksiniz, metroda giderken onu kontrol edip direk o noya göre çıkmak size kolaylık ve hız sağlayacak.
Seul’u gezerken yeşilin nasıl şehir ile iç içe olabileceğini de görüyorsunuz. Yeşil yerler o kadar güzel ki İstanbul’da o manzarada yerleri artık maalesef şehir içinde bulmanız pek mümkün olmadığından insanın canı biraz sıkılmıyor da değil.
Para bozdurmak için bankaları kullanabileceğiniz gibi, genel olarak oranları daha iyi olan döviz bürolarını da kullanabilirsiniz. Ancak Seul’de daha önce başka yerde görmediğim bir uygulama daha var. Bazı yerlerde kenarda oturan amcalar, ki bir işaret, tabela vs de çok belirgin yok, para bozuyorlar 🙂 Hem de verdikleri miktar iki yerden de daha iyi oluyor. Para nereden bozdurabilirim diye sorduğum turistlere bilgi veren görevli kişilerden biri göstermese bilemeyecektim! Kayıdı yok ama istersen oradan da bozdurabilirsin dedi. Bankalardan bozdurma da çok sorun olmuyor. (Bunu belirttim çünkü uzakdoğuda Çin’de bankadan bozdurmaya kalkıştığınızda imzaladığınız dokümanın haddi hesabı yok, oldukça da uzun sürüyor)
Metro duraklarında yine bir çok güzel dükkan da göreceksiniz, bu anlamda da ara sıra duraklamayı ihmal etmeyin.
Şehir yürümeye uygun, yürüyüş olarak da güzel, genelde ben metroda bir noktadan çıkıp, bir kaç durak yürüyüp gezip geri metroya binerek bir sonraki noktaya gittim. Yürüyerek turistik ve merkezi yerlerin birinden diğerine rahat geçebiliyorsunuz, yani şehir o anlamda çok büyük değil.
Seul ile ilgili dikkatinizi çekecek şeylerden biri teknolojinin günlük hayatta çok aktif kullanımı (süper otomatik dokunmatik kapı sistemleri gibi) ve alış veriş çılgınlığı. Ucuz alışverişten pahalı alışverişe sürekli her yer dolu. Türkiye’deki AVM’ler akşam 10’a kadar açık, Avrupa’da 6’da kapanıyorlar derken burada özellikle Dongdeamon bölgesinde sabah 5-6’ya kadar açık AVMler olduğunu duyunca baya şaşırdım… Night shopping dedikleri gece alışverişi kavramı var ki bu gece 2’de gittiğinizde bile gündüz saatlerini aratmayan yoğunlukta ve kalabalıkta dükkanlar görüyorsunuz demek.
Ve bayanlar bu kısım size makyaj ve güzellik malzemelerine saldırın. Güney Kore bu alanda Amerika’ya göre bile 7 yıl önde olmasıyla ünlü, (misal BB kremler Kore’de 10 yıl önce vardı). Kalite ve çeşit inanılmaz. Çeşit çeşit markalar görecekseniz, hepsinin ünlü ürünleri var, bu konu normal bir Seul rehberi içine sığmaz bunu bir ara detaylı yazacağım 😉
Alışveriş yaparken özellikle yerel dükkanlar ise pazarlık yapmayı unutmayın, mağazadan anlıyorsunuz zaten, ama bazen AVM içindeki yerlerde de yapılabiliyor, 80 bin wonluk gömleği 35 bin won’a aldım gibi.
Yemek: Her yer sokak yemeği. Açıkcası ben sürekli yolda gördüklerimi denemekten çok acıkamadığım için öyle oturup yemek yeme fırsatım az oldu 🙂 Şişte köftelerden, çeşitli pancake tiplerine, türlü et ve sebze ve deniz ürünlerinden içi tatlı fasülyeli hamur tatlılarına bir yığın sokak yemeği çeşidi var…
Yemek olarak ise zaten hemen hemen her yemeğin yanına getirdikleri kimchi’yi mutlaka göreceksiniz ama bu yardımcı yemek, bizdeki turşu gibi bir nevi, ana yemek değil. Eğer tek bir yemek yiyecekseniz mutlaka Bibimbap yemenizi öneririm. Damak zevki olarak da bize en yakın seçeneklerden, taş kaselerde pişmiş pirinç üzerine biftek, sebze, vs vs şeklinde tipleri var. Normalde karıştırılıp yeniyor ama ben ayrı ayrı tat almak için yarı karıştırıp öyle yedim. Baya beğendim. Hatta direk bunu deneyeceğiniz yer de söyleyeyim, ki bence ilk yemeğiniz için gidilmesi çok uygun bir yer, ,”Lotte Departmen Store” yemek bölümü.
Evet Seul rehberi içerisinde bir AVM’nin yemek katını öneriyorum ama bir durun dinleyin 🙂 Burası zaten oranın en ünlü merkezlerinden ve yemek katında çok çeşitli restoranları bir arada görebiliyorsunuz. Özellikle hemen ilk başta tüm Kore yemek çeşitlerini sokak yemeği seviyesinden yukarıda ama uygun fiyata görmek istiyorsanız buraya gelin. Buradaki bir çok mekandan arka tarafında doğru karşılıklı Japon ve Kore restoranı var. Ben o Kore restoranında denedim, içi hem dışarıya gore daha sakin, hem de fiyat performans olarak çok başarılı buldum. Benim yediğim klasik beef bibimbap 9500 wondu ama yanında kimchisinden tofusuna ve hatta soya filizi çorbasında 3-5 parça da getirdiler (ekstra ücret olmadan, bkn resim). Bu arada kimchi deyip duruyorum, kimchi dedikleri bir çeşit lahana turşusu marinesi, ama sarımsağı ve baharatı biraz güçlü. Bir de tadı yapan yere göre baya değişiyor. Özellikle yemeğe katık olarak güzel ama.
Bir de Seul rehberi yapıp Korelilerin çok sevdiği kızarmış tavuk ve bira ikilisinden bahsetmeden olmaz. Bu ikili kombini de orada denemenizi tavsiye ederim.
Klasik tatlılarından da deneyin özellikle yaz aylarında gidiyorsanız, ama porsiyon kesinlikle tek kişilik değil bir de ne beklediğinizi bilerek gidin yoksa benim gibi az biraz hayal kırıklığı olabilir 🙂 Çünkü tatlı dedikleri aslında buzu erimemiş kar gibi rendeleyip üstüne sos vs dökmek, benim denediğim klasik soslarıydı ve tat olarak leblebi tozuna benziyordu. Çok kötü diyemem ama benim tarzım bir tatlı değildi, hele ki gezerken iki yemek arası yorgunluk kahve ve tatlısı modunda sipariş vermişken. (evet kahve ile baya kötü bir ikili, ki tatlı 9500 wondu, ikisine beraber 12 bin won verdim ama çeyreğini bile yiyemedim)
Gezmelik:
Seul’da yapılacak bir çok güzel şeyler var ama mutlaka yapın deyip Seul rehberi kapsamına alacağım aşağıdakiler, zaman oldukça listenin sonuna doğru ilerleyebilirsiniz.
*Şehrin farklı bölgelerinde 5 tane eski usul palace (saray) var, bunlar oldukça ucuz biletli ve en az biri görülmesi gerekli tarihi ve turistik yerler. Ben en büyüğü ile en küçüğünü gezdim. Genelde herkes en büyük bir ve ikiye gidiyor. Bence birinciye mutlaka gidin, adı Gyeongbokgung Palace ve en büyük olanı. Bahçesi eski yapıları falan gerçekten büyük, o yüzden gezmeniz 1-2 saat alacaktır. Denk gelirseniz bazı saat başlarında ücretsiz İngilizce turlar var, yaklaşık 1 saat falan sürüyor. Ama çoğu bilgiyi bina önlerindeki açıklamalardan da okuyabilirsiniz. Girişi 3000 won yani 7,5 tl falan, küçüğü ise 1000 won yani 2,5 tlydi o yüzden hiç değilse girin bir bakın 🙂 (herhangi bir turist info dan veya kalacağınız yerden temin edebileceğini ücretsiz Seul rehberi kitapçıklarında zaten direk hangi metro istasyonundan ve hangi yönden çıkmanız gerektiği yazıyor, buraya direk metro çıkışı var.)
*Önemli cadde ve sokaklar:
Alışveriş manyakları demiştim özellikle bir kaç bölge var, kasılırsa major olanlar bir güne sığdırılabilir. Mutlaka görmeniz gerekeni Myeondong, bzim kadıköy ya da İstiklal gibi düşünün.
Benzer yer ama biraz daha sanatsal ve el işi (artsy) dükkanlar diyorsanız Insadong.
Sabahlara kadar açık avmler dediğim Dongdaemun bölgesinde, ben de burada kalmıştım zaten. Gece 12de 1 de alışveriş yapmak ilginç 🙂 Ivır zıvır alışverişimi de buradaki yerlerden birinde yaptım, magnettir kupadır vs . Bu bölgede yan yana shoppin complexler var diye düşünün, ben özellikle klasik zincir mağazaların olduğu değilde içi kat bazında özelleştirilmiş, yerel stand olanları beğendim. Bunlarda pazarlık yapmak da mümkün. Kat kat ayırmışlar dediğim örneğin koca bir kat gündelik bayan giyim, koca bir kat sportif giyim, koca bir kat aksesuar, ve koca bir kat ayakkabılar!.. ve böyle 10’dan fazla kat var, sadece birinde…
Bir de bu bölgede ben yetişemedim ama örneğin 5’te virtual k-pop konseri yapılıyor, ona katılmak ilginç deneyim olabilir 🙂 5’ten sonra bir tane daha var ama yanlış hatırlamıyorsam fiyat çok artıyordu.
Yine alış veriş için Nandeamun ismi geçecek bu da biraz daha geleneksel pazar gibi düşünülebilir.Yanyana bir sürü minik dükkan.
Zamanınız çok az is eve tek bir yere gidebiliyorsanız Myeondong. Burası ana merkez gibi düşünebilirsiniz.
Bunlar dışında ben şahsen üniversite civarındaki cafeleri ve dükkanları da beğendim ama ben zamanım olduğu için ek olarak üniversite bölgesine gittim.
*Seoul Tower, Seul’un ünlü kulesi. Bir akşam buraya mutlaka gidin. Hemen hemen her Kore dramasında var 🙂 Özellikle çiftler için popüler, buraya birlikte gelinmesi önemli bir sembol. Gece manzarası çok güzel, buraya teleferik dahil çeşitli erişim yöntemleri var, ben fiyat olarak otobüsü tercih ettim. Oradayken girişte fotonuzu çekip manzara ile fotoshoplayıp yukarıda size sağlam fiyatlara satıyorlar. Tabii almak opsiyonel.
*Bukchon, ben gidemedim ama burası şehrin eski usul evlerinin olduğu bölgesi. Burada yapılar yüzyıllar önce olduğu gibi ve hala kullanımda, o yüzden bu bölgede tarihi film ve drama çekimi de çok oluyormuş.
*Cheonggyecheon Stream, şehirden geçen bir çay aslında. Bu çayı 900 milyon dolara restore edip kenarında yürünebilir hale getirmişler. Özellikle yazın bir de fener (lantern) festivaline denk gelirseniz akşam çayın üzerindeki özel çeşitli aydınlatılmış kısımlarda ve dev yüzen maket manzaralarıyla oldukça keyifli bir yürüyüş yapabilirsiniz.
*Gangnam, şarkısı ile ismine en azından aşina olduğunuzu tahmin ettiğim bu bölge biraz daha lüks bir kısım. Buraya gelince zaten geniş caddedeki dev LCD ekranlar, dükkanların görünümü, normalde zaten çok stil sahibi ve bakımlı olan bayanların bile daha da bir şık olmasıyla buranın bir tık üstte olduğu direk belli oluyor. Bu bölgenin güzel yemek yerleri var. Ama bu bölge aslen gece eğlence klüpleriyle ünlü. Seul’ gelmişken Gangnam bölgesine gidip bir Gangnam style görün 🙂
*Namsangol Hanok Village eski traditional bir village modunda turist atraksiyonu, burada mesela geleneksel kıyafet falan da deneyebiliyorsunuz (5000 won gibi cüzi bir rakam karşılığı), yakınlarındaysanız girin bir bakın.
*Ewha sadece bayanlara özel üniversite civarı da güzel 🙂 Kampüs ve civarında kafeler alışveriş yerleri falan yine gezmesi keyifli yerler.
*Yine ben gitmedim ama özellikle Kore drama ve idollerini sevenlerin gimek isteyeceği, ünlü ajansların ve TV stüdyolarının olduğu bir bölge var. Fanlar genelde buralarda takılıp ünlüleri görmeye çalışıyorlar, duymadım demeyin 😉
Evet bu Seul rehberi dışında da eğer zamanınız varsa Seul’de yapacak çok şey var! Sorunuz varsa bana buradan yazabilirsiniz!